Tgrt Haber
21 Kasım 2014 16:04

Yeşilçam'ın efsane jönü tanınmayacak halde

Filmleri ve sosyetik hayatı ile bir döneme damgasını vuran Kartal Tibet'in şimdi sakin bir hayatı var. İşte Tibet'in son hali.

Yeşilçam'ın efsane jönü tanınmayacak halde
kartal tibet,yeşilçam,son hali,efsane,kartal tibet yaşamı,

Gününün büyük çoğunluğunu yıllardır ikamet ettiği İstanbul'daki evinde geçiriyor, eşi ve çocuklarıyla hayatın tadını çıkarıyor. Bazen kitaplarının tozunu alıyor, bazen eski eşyalarıyla vakit geçiriyor. Bu ona ayrı bir mutluluk veriyor. Çünkü eskiye dokunmak, anılara dokunmak demek. Tibet konuşurken hep yoğunluktan bahsediyor. Yılda dört-beş filmin çekildiği bir dönemde yorulmamak nasıl elde olmasın. Bunun için iki filmin arasına sıkışan küçük tatiller çok değerli: "Piknik gibi aktivitelere de pek vaktim olmadı. Çünkü herkes gibi haftanın belirli günleri tatil yapabildiğim bir mesleğe sahip değildim. İş tempom, hep çok yoğundu. Benim tatil zamanlarım; çocuklarımın okulda olduğu süreçlere denk düşerdi. Bu nedenle de beraber gezebildiğimiz, tatile gidebildiğimiz zamanların daha çok keyfine varır ve kıymetini bilirdik. Belki de bu tanınmadan dolayı baskıdan rahat hareket edemediğim için her sene bir yurtdışı seyahatine çıkmayı alışkanlık haline getirmiştik." Tibet, bu seyahat alışkanlığına devam ediyor.  Şimdi bolca vakti var... Geziyor, izliyor, okuyor. Arada Amerika'daki oğlu Kanat'ı ve torunlarını görmeye gidiyor, eşiyle Avrupa seyahatlerine çıkıyor. Tabii orada da tiyatro ve sinemadan uzak kalamıyor; müzikallere, tiyatro oyunlarına, gösterime giren yeni filmlere, konserlere gidiyor. Bugün böyle yaşıyor.

Yeşilçam'ın efsane jönü tanınmayacak halde

Peki ya çocukluğu, gençliği?
Ailem, bir öğretmen ailesiydi. Annem tarih-coğrafya öğretmeni, babam beden eğitimi öğretmeni ve avukat. Annem ve babam daha sonra boşanıp başka evlilikler yaptılar. Bahçeli bir evde, çocukluğumu doyasıya yaşadım. Mahalledeki arkadaşlarımla oyunlar oynardık. Her çocuk gibi yaramazlık yapardım; ama aynı zamanda çok çalışkandım. Sayısal derslerde başarılıydım. Ortaokulda 130 üzerinden verilen mezuniyet notum 126 idi. Ankara Koleji'nde iken, okul müsamerelerinde beğenilip, Ankara Radyo Çocuk Kulübü'ne çağrıldım. Onu çocuk tiyatrosu takip etti. Konservatuara girmek gibi bir düşüncem yoktu, dayım gibi yüksek mühendis-mimar olmak istiyordum. Ama kader, beni konservatuara yöneltti. Konservatuar ve yatılı okul derken; dünyam değişti. Ankara Genç Karması'nda basketbol oynayan Kartal; topu bırakıp, kendini sahneye adadı.
Gençliğim Ankara'da geçti. O zaman, yeni gelişmekte olan bir şehirdi. Gençti, her yeniliğe açıktı. Enerjisi müthişti! Herkes kendini geliştirmek için çabalıyor, mesleğinde her şeyi öğrenip en iyisi olmak istiyordu. Ankara yatılı okul yıllarım; unutamayacağım güzelliklerle doludur. Hafta sonları futbol maçlarına giderdik. Yarıyıl ve yaz tatillerinde İstanbul'a gelir, yazın denizin tadını çıkartırdık. Bu arada İstanbul tiyatrolarını da yakından takip ederdik tabii... O yıllarda; çok iyi bir oyuncu olmaktan başka düşüncem yoktu. Her rolün üstesinden gelebilmek için çalıştım hep. 'Rol Kesme' gibi bir şeye hiç gerek duymadım, çünkü zaten iyi ve sevilen bir öğrenciydim.
Aslında ben sahnede de hiç rol kesmedim. O andaki görevim ne gerektiriyorsa onu yaptım. Radyo Çocuk Kulübü ile başlayan maceramdan dolayı; küçük yaştan itibaren tanınıyordum. Tiyatroya geçtikten sonra da bu anlamda çok fazla bir şey değişmedi. Sürekli tiyatronun içinde olduğum için arkadaşlarım da doğal olarak sanata gönül vermiş kişiler oldu. Bozkurt Kuruç, Ergin Orbey ve Önder Alkım, can dostlarımdı; hâlâ da öyledirler. Ankara'nın ilk Özel Tiyatrosu'nu açanlardan biri oldum bir de: Meydan Sahnesi! O devirde, bu yaptığımız cesaret işiydi. Devlet Tiyatrosu karşısında, özel bir tiyatro açmak! Biz; Mahir Canova, Adalet Ağaoğlu, Çetin Köroğlu, Üner İlsever ile bunu başardık. Meydan Sahnesi bünyesinde 20 oyunda rol aldım, yönetmenlik de yaptım. Sonrası yedek subaylık ve evlilik.
Okuldan mezun olduğumuz yıl Caligula'da (Albert Camus) rol aldım. Yıl, 1960. Ankara Devlet Tiyatrosu-Yeni Sahne'de, Mahir Canova sahneye koydu. Handan Uran, Semih Sergen, Yalın Tolga, Üner İlsever, Muammer Esi, Ali Algın, Aclan Sayılgan, Atilla Eldem gibi çok önemli oyuncularla sahneyi paylaştım ve başrol oynadım. Ergin Orbey, devre arkadaşımdı. Müşfik Kenter, benden beş yıl önce mezun olmuştur. Müşfik gibi büyük bir sanatçıyla, yönetmenliğini yaptığım birkaç dizide ve filmde çalışma şansım oldu.

Yeşilçam'ın efsane jönü tanınmayacak halde
Ergin Orbey'le de değişik zamanlarda tiyatro ve sinemada, keyifle çalıştık. İlk oyunum sırasında, annem ve babam artık ayrıydılar. Her ikisi de oyuna geldi ve çok duygulandı tabii. Böyle anlara dair söylenenler değil, bakışlar akılda kalıyor daha çok. Her ikisinin de gözlerinde, gururu okumuş ve çok mutlu olmuştum. Oyun bir yılda yüz defa perde açtı. Her sahneye çıkışımda ilk günkü heyecanı yaşadım.
Öğrencilik yıllarımda sinema teklifleri geliyordu, ancak okulu bırakmak istemedim. Suat Yalaz'ın çizgi-roman kahramanı olan Karaoğlan teklifi cazip geldi. Klasik eğitim aldığım için kılıç kullanmaya yatkındım, ata binmeyi de öğrendim. Gerisi oyunculuk... İlk filmim çok iş yaptı, apar topar Yeşilçam'a evi taşındık. Beş sene boyunca, senede bir defa Karaoğlan filminde oynadım. Tabii kostümlü, eli kılıçlı kahramanların teklifleri gelmeye başladı. Karaoğlan'ı tek bırakıp, kendime rakip olmamak adına hiçbirini kabul etmemiştim.Beş sene sonra Tarkan yeni bir ufuktu. Ertem Eğilmez'in getirdiği teklifle seriye başladım. Kastları, prodüktör ve yönetmen oluştururdu. Kostüm ve dekorlar; şans yardımıyla ve akılla hallediliyordu diyebilirim! Çözülmesi zor problemleri, tırnaklarımızla kazıya kazıya; ilmek ilmek hallediyorduk.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...