Tgrt Haber

Yazarlar

Tümü
Adana’da erken final

Ligin bitimine son 5 hafta kala lider girdiği 15 sezonda da şampiyonluk yaşayan Galatasaray, dün gece Fenerbahçe’nin Sivas’a takılmasıyla puan farkını 4 yaparak şampiyonluğa bir adım daha yaklaştı.

Adana Demirspor mücadelesine tam konsantre olan sarı-kırmızılılar, galip gelmesi halinde maç fazlasıyla puan farkını 7’ye çıkararak psikolojik üstünlüğün kimde olduğu bir kez daha gözler önüne serecek. Yani Galatasaray, Adana’da erken final yaparak kupanın bir kulpundan tutmuş olacak.

Şuna da değinmeden geçemeyeceğim; averaj hesaplaması yapanlar kendini boşa yordu. Çünkü Galatasaray bitime 5 hafta kala puan farkını açmış oldu. Kimilerine göre ise Fenerbahçe 5 maçı kazanırsa şampiyon. Sözün bittiği yer işte burası. Matematik diyorum, çok önemli bir şey…

Kaybedenler kulübü

Geçtiğimiz sezon evindeki Fenerbahçe derbisine şampiyon çıkan ve rahat bir galibiyet alan Galatasaray, bu sezon da benzer bir senaryoya imza atabilir. Fenerbahçe ise kayıtlara bir kez daha "kaybedenler kulübü" olarak geçebilir.

Tabii ki her şey Galatasaray’ın puan kaybetmemesine bağlı. Sarı-kırmızılı takımın en büyük özelliği finallerin takımı olması. Son düzlükte kolay kolay şampiyonluk vermediğini hepimiz biliyoruz.

Kadıköy gerilebilir!

Sivas’a deplasmanda puan kaybeden Fenerbahçe, önümüzdeki hafta evinde Beşiktaş’ı ağırlayacak. Açılan puan farkından dolayı Fenerbahçe sahaya moralsiz çıkabilir. Bu senaryo gerçekleşirse Beşiktaş için kolay bir mücadele olacaktır.

Son olarak dün geceki penaltıya da değinmek istiyorum. Djiku’nun, geriden gelerek Manaj’a müdahalede bulunduğu için penaltı verildi. Livakovic’in müdahalesine bakılmadı bile.

Fenerbahçe’nin bu sezon, Alanya, Kasımpaşa ve Pendik mücadelelerinde kazandığı penaltıları da hatırlatmakta fayda VAR. Kaldı ki Sivasspor’a verilen penaltı net penaltı.

Yani oyna devam…

23 Nisan 2024
"Turizm Yüzyılı"

Bu yıl ülkemizde turizm açısından güzel şeyler oluyor. Benim turizme bakışım bildiğiniz üzere tamamen gastronomi üzerinden. Siz ne düşünüyorsunuz bilmem ama artık ülkemizde Gastronomi Turizmi bilincinin giderek yaygınlaştığını düşünüyorum. Turizmin gastronomiyle ilgili tarafını başka bir yazıya havale edip bu hafta turizm ile gelişmeleri size aktarmak istiyorum. Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) tarafından ülke turizmine katkı sağlamak amacıyla başlatılmış bir “Turizm Yüzyılı” projesi var. Bu projeyi çok değerli buluyorum. 15-22 Nisan tarihleri arası da turizm farkındalığının toplumda yaygınlaşması için “Turizm Haftası” olarak kutlandı.

Turizm Yüzyılı iftarı

Turizm Yüzyılı projesi kapsamında düzenlenen bir dizi etkinliklerden biri de Ramazan ayındaki iftarlardı. TÜRSAB, Ramazan ayının manevi atmosferinde üyeleriyle bir araya gelmek, birlik ve beraberliği güçlendirmek amacıyla başlattığı “Turizm Yüzyılı İftarları” nın ilk buluşmasını İstanbul’da Demokrasi ve Özgürlükler adasında gerçekleştirdi. Adadaki iftara bende katıldım. Rahmetli Adnan Menderes‘in ve 3 arkadaşının yargılandığı Yassıada şimdiki adıyla Demokrasi ve Özgürlükler Adası, müze haline getirilmiş, bu vesileyle gezme imkanı elde ettim. Demokrasi şehitlerimizin yargılandığı yerleri görmek beni epeyce duygulandırdı. Ayrıca bir ada, turizm açısından bu kadar mı muhteşem yapılır. Burayı kesinlikle gidip görmelisiniz diye düşünüyorum.

İftar organizasyonuna, yönetim kurulu üyeleri, bölge temsil kurulu başkanları, ihtisas başkanları, İstanbul’da faaliyet gösteren seyahat acentesi temsilcileri ve çok sayıda basın mensubu katıldı. İftarda lezzetlerini tattığımız Katre Island Hotel, kurumsal iletişimine bakan Enes Boyacı Bey’e ve Albayrak grubuna çok teşekkür ederim.

Turizm Buluşması

Turizm Haftası kapsamında da Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleşen "Turizm Buluşması’nda 1500’ü aşkın öğrencinin olması çok umut vericiydi. Benim de katıldığım etkinlikte TÜRSAB Başkanı Firuz Bağlıkaya, İstanbul Vali Yardımcısı Mehmet Sülün, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Doç. Dr. Murat Mücahit Yentür ve Prof. Dr. İlber Ortaylı gibi çok değerli isimler konuşmalarıyla katkı sundular.

Turizmin Türkiye’nin geleceğinde en önemli rolü oynayacak bir sektör olduğuna dikkat çeken Firuz Bağlıkaya, “100 milyon yabancı ziyaretçi sayısını hedeflerken en büyük güvencemizi turizm alanında eğitim alan gençlerimiz oluşturuyor. Kariyer planlaması yapan tüm gençlerin turizmdeki bu büyümeye büyük katkı sağlayacağına inanıyorum. Kendisi mutlu olmayan birinin başkasını mutlu etmesi pek mümkün değildir. Turizmciler; patronundan çalışanına kadar tüm aktörleri ile mutluysa misafirleri de mutlu olacaktır.” şeklinde konuştu.  

İlber Ortaylı da öğrencilere  “Sektörde çok akıcı yabancı dil konuşmak önemli. Aksi taktirde tarih, coğrafya anlatılmaz. Elinizde bir imkan olduğu vakit lisan öğrenmek için yurt dışına çıkmanızı öneririm. Daha çok turist değil, daha nitelikli ve daha fazla harcayan turist istiyoruz” dedi.  

İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Doç. Dr. Murat Mücahit Yentür ise “Bilgiyle ekilen tohumlar ancak yeşerecektir. Türkiye gibi binlerce medeniyete ev sahipliği yapmış bir coğrafyaya sahibiz. Dünyada çok önemli bir konumda yer almamız çok kıymetli ve değerli. Gençlere çok inanıyor ve güveniyoruz” dedi.

Toplantıdan önemli başlıklar…

“Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında ülkemiz için en önemli gelişim alanının turizm olması bekleniyor”

“Gastronomi, kültür, yayla ve sağlık turizmi gibi rekabette üstün olduğumuzu bildiğimiz alanlara daha fazla ağırlık vermek zorundayız”

“Turizm istihdamı en az ikiye katlanacak”

“Türkiye, çok da uzak olmayan bir gelecekte 100 milyon ziyaretçi sayısına ulaşacak”

“Öğrenciler, önünüzde aşılacak çok yol ve kazanılacak büyük başarılar mevcut. Sizlere güveniyoruz”

Turizm Yüzyılı Projesinin Amaçları:

  • Turizm Sezonunu 12 Aya Yaymak: Tüm yıl boyunca turist çekmeyi amaçlamak.
  • Turizm Gelirlerini Artırmak: Yüksek gelir grubundan turistlerin ilgisini çekerek daha fazla döviz girdisi sağlamak. 
  • Tüm Bölgelere Katkı Sağlamak: Türkiye'nin tüm bölgelerine turist çekerek bölgesel kalkınmaya katkıda bulunmak.
  • Yeni Turizm Ürünleri Geliştirmek: Gastronomi, sağlık ve kültür turizmi gibi farklı alanlarda da yeni ürünler geliştirmek. 
  • Sürdürülebilir Turizmi Teşvik Etmek: Çevreye ve kültürel mirasa duyarlı bir turizm anlayışı geliştirmek.

Projenin Kapsamı:

  • Proje kapsamında Türkiye'nin her bölgesi için ayrı ayrı tanıtım faaliyetleri yürütülmesi.
  • Yeni turizm tesisleri ve altyapılarının geliştirilmesi için çalışmalar yapılması.
  • Turizm sektöründe çalışan personelin eğitilmesi ve kapasitelerinin geliştirilmesi.
  • Türkiye'nin turizm potansiyelini tanıtmak için dijital pazarlama araçlarının kullanılması. 

Özetle, Turizm Yüzyıl’ının Türkiye turizmi için önemli bir dönüm noktası olması ve ülkeyi uluslararası turizmde önemli bir yere taşıması bekleniyor.

22 Nisan 2024
Orta Doğu'nun iki uslanmazı: İsrail ve İran arasındaki gerilimden kimler ne kazanıyor?

Bu aralar yatıyoruz, kalkıyoruz; İsrail ve İran'ın atışmalarına tanık oluyoruz. Orta Doğu'da uzun süredir devam eden gerilimlerin odak noktası haline gelen İsrail ve İran arasındaki çatışmalar, sadece bölgenin siyasi dengelerini etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda her iki ülkenin iç ve dış politikalarında güçlenmeyi amaçlayan bir dinamizm sağlıyor.

Bu çatışmalar, sadece askeri alanda değil, ekonomik ve stratejik olarak da önemli sonuçlara yol açıyor.

Özellikle bu iki ülkenin çatışması çok farklı amaçlar barındırıyor!

İçinde ekonomik ve siyasi beklentilerin çok olduğu bir çatışma. Bu köşe yazımda bu iki ülke için ayrı birer analiz yapmak istedim. İki ülkenin çok da masum sayılmayacak amaçlar güttüğünü görüyorum.

Önce İsrail'den başlayalım: Bu işten kazancı ne?

İsrail, tüm Filistin topraklarını işgal etmek dışında bir de İran'ın bölgedeki nüfuzunu sınırlamak için bir dizi strateji izliyor. Bu stratejilerin başında, İran destekli gruplara karşı askeri operasyonlar ve bölgesel müttefiklerle iş birliği geliyor.

Bu çatışmalar, İsrail'in askeri güvenliğini sağlamak adına, hükümetin de iç siyasette güçlenmesine katkı sağlıyor. Netanyahu hükümeti, İran'ı bir tehdit olarak göstererek muhalefeti ve eleştirileri baskılamayı belli oranda başarıyor.

Fakat son zamanlarda çok fazla da eleştiriliyorlardı. Bu eleştiriler İran gerilimi ile azalmaya başladı. Yani İsrail hükümeti bu gerilimden sürekli kârlı çıkıyor.

Ayrıca İran tehdidi kullanılarak, hükümet Batılı ülkelerle ilişkilerde diplomatik destek bulma fırsatları da yakalıyor.

Ekonomik olarak ise silah ve savunma sanayiindeki güçlü konumu, bölgedeki gerilimlerden kazanç elde etmesini sağlıyor.

Peki İran'ın bu çatışmalardan kazancı ne?

İran, bölgedeki çatışmaları kendi lehine kullanarak hem içeride hem de dışarıda güçlenmeyi hedefliyor. İsrail'e karşı bölgesel müttefiklerle iş birliği yaparak, bölgede etkin bir aktör olarak konumunu pekiştiriyor.

Ayrıca, İran'ın yönetimine de, bölgesel güç olarak algılanmalarının verdiği güçle, iç muhalefeti bastırma imkanı doğuyor.

Ekonomik olarak ise gerilimin artması, İran'ın bölgedeki enerji kaynakları üzerindeki etkisini artırmasını, buna bağlı olarak da ekonomisini güçlendirmesini sağlıyor.

Gerilimin petrol ve doğal gaz fiyatlarını "her zaman" artırdığı söylemek mümkün.

Sonuç olarak, İsrail ve İran arasındaki gerilim, sadece bölgesel denklemleri değil, küresel siyaseti de etkileyen önemli bir faktör haline gelmiş durumda. Her iki ülke de bu gerilimden çıkar sağlamaya çalışırken, bölgedeki istikrarsızlık ve çatışma ortamının sürmesi, uluslararası toplum için de ciddi tehdit oluşturuyor; özellikle de Türkiye için.

Bu nedenle Türkiye'nin, içerisine uluslararası toplumu da dahil ederek, bu çatışmaları çözme ve bölgede barışı tesis etme yönünde daha aktif rol üstlenmesi gerekiyor.

Ayrıca Filistin konusuna Türkiye'nin duyarlılığını kaybetmemesi çok önemli!

Haftaya görüşmek dileğiyle...

22 Nisan 2024
"Fırsatçılara boykot" sorunu çözer mi?

Boykot; onlarca yıldır, zaman zaman çeşitli sebeplerle, bazı olaylara tepki göstermek ve sorun çıkartanları dize getirmek için gündeme gelen bir protesto türü. 

Son olarak, aylardır Gazze’de yaşananlara tepki göstermek için Türkiye’nin de konuşup, tartıştığı bir gündem maddesi haline gelmişti, boykot. 

Daha önceki yıllarda olduğu gibi işe yarar mı, yaramaz mı endişesinin ya da boşvermişliğinin ortadan kalktığı, boykot edilen şirketlerin ciddi anlamda zarar gördüğü yöntem, bu kez rüştünü ispatlayan bir protesto biçimi halini aldı. 

Hatta son dönemde Filistin’e destek boykotunu küçümseyen kesimlerin dahi bilinçaltına bu güçlü etki işlemiş olacak ki; bu kez fiyatlarını günden güne fahiş bir biçimde artıran lokanta, kafe ve restoranlara toplumun her kesiminden gelen tepkiler organize bir boykota dönüştü. 

Aslında bu sorun uzun zamandır enflasyonun coşmaya başladığı günlerden itibaren konuşuluyordu.

Özellikle marketlerde satılan gıda ürünleri, sebze ve meyvelerdeki anormal artışlar döneminde fiyatların fahiş olarak artması fırsatçıların konuşulmasına ve tartışılmasına neden olmuştu. 

Fırsatçıların tartışıldığı bu dönemde toplumun bir kesimi bu fahiş fiyat artışlarının sebebi olarak sadece patlayan enflasyonu, asgari ücretlerdeki artışı, kiraların yükselişini, akaryakıt fiyatlarının zamlanmasını göstermiş ve bu fırsatçılar tam anlamıyla üzerine gidilemeden gündemden düşmüştü. 

Son dönemde ise enflasyonun nispeten dizginlenmesi, dolardaki yükselişin hızının düşürülmesi ile birlikte anlaşıldı ki, özellikle bazı restoran, kafe ve lokantalar inanılmaz artışlar yapmaya devam ediyorlardı. 

Ve yine anlaşıldı ki; bazı namuslu esnafı hariç tutacak olursak, bu sektörde vatandaş göz göre göre her geçen gün soyulup, soğana çevriliyordu. 

Öyle ki hükümeti enflasyon ve pahalılık nedeniyle uzun zamandır eleştiren vatandaşlar da dahil; ortak özellikleri dışarıda yemek yemeye devam etmek olan kişilerin neredeyse tamamı artık isyan noktasına geldiler ve bu fırsatçıları sosyal medya üzerinden hedef almaya başladılar. 

Ve sonunda geride bıraktığımız Cumartesi ve Pazar günü ile birlikte ilk somut adım atılmış oldu. 

Ekonomist İris Cibre’nin X hesabından gösterdiği “Yeter Artık! Boykot edelim bu fırsatçıları” anlamına gelecek çağrısı hızla yayıldı, yankı buldu, Armağan Çağlayan da dahil olmak üzere pek çok ünlü isim de destek verdi ve boykot bu hafta sonuna özel olarak 2 günle sınırlı olmak üzere başladı.

Ama şimdi tartışma; bu boykot, ilgili meslek odalarının atacağı adımlar başta olmak üzere, Ticaret Bakanlığı, Tüketici Dernekleri gibi STK’ların da artacak baskısı, denetlemeleri ve düzenlemeleriyle fırsatçılar kendilerine çeki düzen verene kadar sürmeli mi sürmemeli mi tartışması haline geldi.

Benim fikrimi soracak olursanız sürmeli.

Başta da dediğim gibi en azından Türkiye’de boykot, rüştünü ispatlamış ve sonuç getiren, problemlerin çözümünü hızlandırabilen bir protesto biçimi haline gelmiştir.

Ve yine bence, bu fırsatçılara ders vererek tekrar onları doğru yola sokacaktır. 

Tabii aynı zamanda bu boykotun etkili olması için zamana da ihtiyaç vardır. 

Turist sezonunun açılmasıyla birlikte restoran, kafe ve lokantalar, özellikle turistik ilçe ve semtlerde bulunanlar boykota karşı direniş gösterip, fırsatçılıklarına devam etmek için gereken gücü bulacaklardır. 

Boykotta dikkat edilmesi gereken nokta, fırsatçılığı yapan ve yapmayan esnafın iyi ayırt edilmesi, işini namusuyla yapanların cezalandırılmaması, aksine onlara olan talebin artırılarak desteklenmesidir. 

Fırsatçılar boykotla ve artık gitmeyerek cezalandırılırken, vatandaşı dolandırmayanlar da bu mekanlara yönelerek ödüllendirilmelidir.

Kimin fırsatçı kimin namuslu esnaf olduğunu ise müşterisi bilir.

Aylık yıllık yapılan zamlar enflasyonun ve doların çok üstünde anormal artışlar ise bilin ki orası fırsatçıdır. 

Ayrıca sosyal medyadan yapılan fahiş fiş paylaşımlarıyla fırsatçıların deşifre edilmesi de etkili yöntemlerden biri olarak gözüküyor. 

Sonuç olarak; bu tip fırsatçılarla mücadelede vatandaş da elini taşın altına koyar ve birlikte hareket ederse, zamanla bu sorunun da üstesinden gelinecek gibi gözüküyor.

22 Nisan 2024
Mecburi istikamet

Dünyaca ünlü A kalite hoca dediğimiz, geldiğinde takıma mutlak pozitif katkı sağlayacağına inandığımız Portekizli Teknik Adam Fernando Santos ile Samsunspor maçı sonrası beklenen an geldi ve yollar ayrıldı. Aslında daha önceden bu birlikteliğin yürümeyeceği, Beşiktaş ruhu ile dokusunun uyuşmadığı çok belliydi. Hocayı ne taraftar ne de oyuncular benimseyebildi. Bir türlü takımı toparlayamadı hatta daha da geriye götürdü. Ona da tazminatını alıp, gitmek düştü.
 
Sezon sonuna kadar Serdar Topraktepe kararı çıktı. Serdar Topraktepe’nin bu sezon 3 maçlık Beşiktaş macerası vardı. Bu süreçte korkmadan Semih Kılıçsoy’a şans vermişti, 2 galibiyet çıkartmayı başarmıştı. Şimdi omzuna çok daha ağır bir yük yüklendi. Hem çökmüş takımı ayağa kaldıracak, hem de mecbur olduğumuz Türkiye Kupası’nı kazandıracak!
 
Peki Serdar Hoca bunu başarabilir mi ve nasıl? Her şeyden önce Serdar Hoca gençlere önem veren ve Santos’un aksine oyuncuları kendi mevkisinde oynatan bir hoca. Takıma gerekli özgüveni aşıladığı takdirde, her ne kadar kadro kalitemiz tartışılsa bile Mert Günok, Semih Kılıçsoy, Milot Rashica, Muci, Al Musrati, Gedson Fernandes gibi kaliteli oyunculara sahip Beşiktaş’ın, yarı finalde Ankaragücü’nü elemesi çok zor olmasa gerek. Yeter ki Beşiktaş ruhu geri gelsin.
 
Ayrıca Beşiktaş yönetimi, sezon sonu için yoğun bir şekilde önümüzdeki sezonun teknik adamını ve gelecek gidecek oyuncuları, transferleri için yoğun mesai harcıyorlar. Burada en önemli unsur elbette transferler kadar teknik adam seçimi olacaktır. Önümüzdeki sene seçimin olduğunu da göz önünde bulunduracak olursak, esas soru kısa vadede başarılı olacak kişi yerli teknik adam mı, yoksa yabancı mı? 
 
Beşiktaş’ı son zamanlarda çalıştıran yabancı teknik adamlar bariz şekilde başarısız oldular. Elbette tercih edilen isimler bu yönde çok önemli. Farke boşta iken 500 bin euro daha az maaş alıyor diye Valerian Ismael tercihi,  sezon ortasında birçok kişiye tekliften sonra belki de 4. veya 5. tercih olan uzun süredir kulüp takımı çalıştırmamış ama özgeçmişi güçlü olan Fernando Santos tercihleri başarısızlıkta etkili oldu . Bu koşullarda yeniden yabancı teknik adam tercihi olursa bu ismin mutlak herkes tarafında saygı duyulan bir isim olması gerekir. Aksi durumda 3 yıldır sezon başı havlu atan Beşiktaş, seneye de başarısız olursa seçimleri de direkt etkiler. Sanırım Sayın Başkan Hasan Arat bu durumun farkında ve vereceği karar çok kritik.
 
Beşiktaş’ın bu koşullarla önümüzdeki sezon Avrupa’da yer alması için her kapı Türkiye Kupası’na çıkıyor. Tüm camia şu anda buna konsantre olmuş durumda. Bu güç ve kudret Beşiktaş’ta mevcut.

20 Nisan 2024
Esnek veya evden çalışmanın psikolojik boyutu: Görünmeyen zorluklar!

Günümüz iş dünyasında esnek çalışma saatleri veya evden çalışma, birçok profesyonelin tercih ettiği bir çalışma biçimi haline geldi. Bu çalışma şekli iş ve özel hayat dengesini sağlama konusunda büyük bir özgürlük sunuyor gibi görünse de, aslında psikolojik açıdan bazı önemli zorlukları da beraberinde getiriyor.

Bir psikolog olarak bu zorlukları ve bireylerin bu zorluklarla nasıl başa çıkabileceğini ele almak istiyorum.

Esnek çalışma saatleri, iş yükünü yönetme ve işin zamanlaması konusunda özgürlük sunar. Ancak bu durum sürekli bir "açık" modunda olmayı gerektirebilir. "Ne zaman istersen çalış" yaklaşımı, iş ve özel hayat arasındaki sınırların belirsizleşmesine yol açar. Özellikle işten tamamen kopamayan ve sürekli mesai halinde olan bireyler için stres, tükenmişlik ve huzursuzluk hissi yaratabilir.

Ayrıca, esnek çalışma saatleri sosyal izolasyona da neden olabilmektedir. Ofis ortamında doğal olarak gelişen sosyal etkileşimler, esnek saatlerde evden veya uzaktan çalışanlar için daha nadir hale gelir. Bu da bireylerin sosyal destek sistemlerinden uzaklaşmasına ve zamanla yalnızlık hissine kapılmasına neden olabilir.

Esnek çalışma saatlerine sahip kişilerin karşılaştığı bir diğer önemli zorluk ise yakın çevreleri ve aileleri tarafından sürekli erişilebilir olarak görülmeleridir. "Her zaman müsait" algısı, bireylerin sürekli yeni tekliflere ve beklentilere maruz kalmasına neden olur. Bireylerin kendilerine ve işlerine odaklanmalarını zorlaşır.

Aile üyeleri veya arkadaşlar, esnek çalışma saatlerinin, kişinin her istenildiğinde mevcut olabileceği anlamına geldiğini düşünebilir. Bu yanılgı, sıklıkla "hayır" deme gerekliliğini beraberinde getirir. Ancak sürekli "hayır" demek zorunda kalmak, kişisel ilişkilerde gerilime ve suçluluk duygusuna yol açabilir. Eğer kişi bu sınırları çizmekte başarısız olursa, işleri aksayabilir ve bu da stres ve iş yükü artışına neden olur.

Esnek çalışma saatleriyle başa çıkabilmek için bireylerin belirli rutinler geliştirmesi ve net çalışma sınırları koyması önemlidir. İşverenler ve çalışanlar, bu yeni çalışma düzeninin sağlık üzerindeki etkilerini en aza indirmek ve sürdürülebilir bir profesyonel yaşam sağlamak için bilinçli stratejiler geliştirmelidir.

Evden çalışma, esnek çalışma düzenlerine benzer zorlukları barındırırken, özellikle ev ortamının getirdiği sürekli kesintiler dikkat dağınıklığına yol açar ve zamanla iş verimliliğini ciddi şekilde olumsuz etkileyebilir. İş ile özel hayat arasındaki sınırların giderek belirsizleşmesi, bireylerin kendilerini sürekli çalışma modunda bulmalarına ve tükenmişlik sendromu riskinin artmasına sebep olur.

Bu nedenle, evden çalışma düzeni, disiplinli zaman yönetimi ve kesin sınırların belirlenmesini gerektirir. Sınırların belirlenmesi, iş ve özel yaşam arasında sağlıklı bir denge kurulmasını sağlar, böylece bireylerin genel sağlığı ve yaşam kalitesi üzerinde olumlu etkiler yaratır.

18 Nisan 2024
"Yeşil Paradokslar! Enerji özgürlüğümüzü sınırlayan görünmez duvarlar"

Fosil yakıtların tükendiği ve çevresel etkilerinin giderek daha fazla farkına varıldığı bir dünyada, sürdürülebilir bir yaşam için hayati önem taşıyan konuyu nacizane yorumlamak istiyorum. Yenilenebilir enerji kaynakları, kullanım yöntemleri, teknolojinin bu alana olan katkıları ve entegrasyon süreçleri, yuvamız olan dünyanın geleceği için büyük bir öneme sahip olmakla beraber, o dünyanın misafiri olan bizler yani insanların zulmü ile karşı karşıya.

Güneş, rüzgar, hidroelektrik, biyokütle ve jeotermal gibi doğal süreçlerden elde edilen enerji kaynakları bu sınıfa giren enerji kaynakları olarak öne çıkar. Bu enerji türleri, çevreye zarar vermeden, sürekli ve sürdürülebilir bir şekilde enerji sağlarlar. Fosil yakıtların aksine, yenilenebilir enerji kaynakları sınırsızdır ve çevresel ayak izleri minimaldir. Küresel ısınma ve iklim değişikliği ile mücadelede yenilenebilir enerji, karbon emisyonlarını azaltmak ve hava kalitesini iyileştirmek için kritik bir rol oynar. Son zamanlarda sıklıkla duyduğunuz karbon ayak izi farkındalığı konusunun da izlerini taşır.

Yenilenebilir enerji kaynakları çeşitli şekillerde kullanılabilir. Güneş panelleri, güneşin ışınlarını doğrudan elektriğe çevirebilirken, rüzgar türbinleri kinetik rüzgar enerjisini elektrik enerjisine dönüştürür. Hidroelektrik santraller, suyun potansiyel enerjisini kullanarak elektrik üretir. Biyokütle, organik materyallerin yanmasıyla enerji üretirken, jeotermal enerji, yer kabuğunun altındaki sıcaklıktan yararlanır. Anlayacağınız; dünya, nimetlerinden hala bizi yararlandırmak için malzeme sağlarken, insaoğlu da bahanelerle meşguldür. Aslında bu şekilde söylediğime bakmayın, dünya ne kadar yardımcı olsa da, insan ne kadar istese de bu kaynakların hayatımıza dokunur hale gelmesi biraz zaman alabilir. Tam da bu sırada, hayatımızı teknoloji kolaylaştırır.

Teknoloji, yenilenebilir enerji kaynaklarının keşfedilmesi, kullanılması ve entegrasyonunda temel bir rol oynamaktadır. Özellikle, enerji depolama teknolojileri, yenilenebilir enerjinin en büyük zorluklarından biri olan arz ve talep arasındaki uyumsuzluğu çözmek için geliştirilmektedir. Akıllı şebekeler ve IoT cihazları, enerji tüketimini daha verimli hale getirerek, yenilenebilir enerji kaynaklarının daha etkin bir şekilde entegre edilmesine olanak tanır.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının mevcut enerji sistemlerine entegrasyonu, teknolojik, politik ve ekonomik zorlukları beraberinde getirmektedir. Ancak, bu entegrasyon, enerji güvenliğini artırarak ve enerji maliyetlerini düşürerek, uzun vadede faydalar sağlarlar. Ancak uzun vadeli her konuda olduğu gibi bazı zorluklar vardır ve başrol insan ya da insanlar topluluğunu idare eden yönetimsel sebepler olarak göze çarpar. 

Düşünsenize; Ekvator bölgesinde, sadece Türkiye yüz ölçümü kadar bir alanı güneş panelleri ile kaplasanız ki; tüm dünyada çok daha fazlası var; bu alan tüm dünyanın enerji ihtiyacını karşılayacak potansiyel barındırıyor. Buna karşın, tüm dünyada bir enerji krizi yaşanıyor ve üstelik adaletsiz bir dağılım da söz konusu. Bir çok insan ise elektriğin icadından onca senelerden sonra bile mahrum yaşamak zorunda kalabiliyor. 

Peki neler oluyor? Bu güç içimizde, evimizde varken neden faydalanamıyoruz) 



Tabi ki; Sınırlar. Ülkeleri olduğu kadar insanları da biribirinden ayıran bu sınırlar, insan topluluklarının yönetimi konusunda devletler, milletler, organizasyonlar için gerekli olsa da dünyanın asıl sahibi olan tüm canlıların, doğanın genel faydasına hizmet etmesine engel oluyor. 

Bunu bilmek çok üzücü olsa da, oturduğumuz yerden hayıflanmak yerine, üzerimize düşeni yapmak konusunda gayretli olmalı, önce kendi evimizin önünü süpürmesini öğrenmeliyiz. Oysa çok daha küçük adımlarla hayatımızı kolaylaştırmak mümkün. Bireyler olarak yenilenebilir enerji kullanımını artırmak ve sürdürülebilir bir yaşam sürdürebilmek için basit adımlar dahi önemli rol oynar.

Enerjiyi verimli kullanmak, gereksiz tüketimin önüne geçer. Mümkünse, enerji sağlayıcılarınızdan yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş yapın.

Toplu taşıma kullanımını artırmak veya alternatif enerjili araçlar gibi daha temiz alternatiflere yönelmek bile başlangıç olabilir. Sürdürülebilirlik hakkında daha fazla bilgi edinmek ve bu bilgileri çevrenizle paylaşmak da sosyal bir sorumluluk olduğu kadar belki de en önemli etkendir.

Yenilenebilir enerji, gezegenimizin geleceği için olmazsa olmaz bir yatırımdır. Hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yapılan her küçük değişiklik, daha yaşanabilir bir dünya için büyük bir fark oluşturabilir. Bu nedenle, yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yatırımlar, sadece ekonomik değil, aynı zamanda ekolojik bir zorunluluktur. 

Hayatımızda da aynı dünyadaki gibi bazı sınırlar vardır ki, kaderimizi etkiler. Coğrafya kaderdir yaklaşımı ile genelde girişimcilik konularında karşılaşsanızda, doğa ve enerji konularında barışık bir dünya için, kaderimizi kendimizin çizme vakti gelmiş de çoktan geçiyor. Geldim kaç yaşına beni etkilemez, çocuğum bile görmez dediğiniz felaketler, bir bakmışsınız aniden kapınızı çalıvermiş. Her şey bir yana zaten değişmesini istediğimiz şey tam da bu olabilir mi? Bana dokunmayan yılan bin yaşasın kafasından çıkamadığınız her durum, ama büyük ama küçük uyarılarla ile karşımıza çıkar, kaderimizi etkiler. Bizi diğer canlılardan ayıran şey keşke "iyi düşünmek" olsaydı. Zira görünüyor ki; sadece "düşünen" olmak sürdürülebilir bir yaşam için yeterli olamayacak kadar yakın.

18 Nisan 2024
Hamas ya da Direniş

Tarih Gazze'de tekerrür mü edecek yoksa baştan mı yazılacak?

İsmail Haniye, ailesinden şehit haberlerini duyunca Allah’a sığınarak karşıladı. 6. ayını aşan Gazze Direnişi aslında bir İbrahim bir İsmail gerçekliğidir. "Oğlun İsmail’i kurban et" emrine, baba ve oğlun kabullenişidir Gazze. Sonrası İsmaillerin değil nice koçların şehadetidir Gazze…Tıpkı binlerce Gazzeli aile gibi Haniyeler gibi…

Mesele sadece Gazze mi?

75 yıllık Filistin işgali ve şimdi yaşanan Gazze katliamında ortaya bir direniş sosyolojisi oluştu. Burada Hamas mücadelesi Müslüman liderler, Arap dünyasının önde gelenleri açısından bize yaşananları özetliyor. Hamas yöneticileri ve aileleri hep hedefte... Ya kendileri ya aileleri katledilmeye devam ediyor. Ortadoğu’da farklı bir eksende olan Hamas yani İslami Direniş Hareketi bize meselenin sadece Gazze’yi savunmak olmadığını gösterdi.

Endülüs ve Kudüs Medeniyeti

Endülüs medeniyetinin sonu: Granada'nın düşüşü ve Kudüs medeniyetinin geleceği Gazze… Aksakallı Tarih Dede bize ders vermeye devam ediyor. 2 Ocak 1492 tarihinde İber yarımadasındaki son Müslüman ülke olan Beni Ahmer Devleti'nin Başkenti Granada (Gırnata) İspanya Krallığı'nın eline geçti. Böylece 782 yıllık Endülüs medeniyeti sona ermiş oldu. Granada kuşatması yaklaşık 90 yıl sürdü. Bölgede 1479 yılında Aragon ve Kastilya Krallıkları'nın birleşmesiyle İspanya Krallığı ortaya çıktı. Tıpkı işgalci İsrail ile ABD’nin Ortadoğu’da birleşmesi gibi… 25 Kasım 1491 tarihinde Beni Ahmer Devleti'nin  Meliki Ebu Abdullah Muhammed ve İspanya Krallığı arasında teslim antlaşması imzalandı. Tıpkı Filistin yönetimleri ile İsrail arasında imzalanan anlaşmalar gibi… Varılan antlaşmaya göre Granada teslim olacak, karşılığında Müslüman ve Yahudilere hiçbir şekilde zarar verilmeyecek, kimse zorla Hristiyan yapılmayacak, ezan okunabilecek ve kadılık gibi kurumlara müdahale edilmeyecektir. Tıpkı bugünkü Ramallah’taki durum gibi… 2 Ocak 1492 tarihinde Granada teslim oldu ancak İspanyollar antlaşmaya hiçbir zaman uymadı.  Çok kısa zamanda Müslümanlara ağır bir zulüm başladı ve İber yarımadasındaki büyük Endülüs  medeniyetinin izleri yok edilmeye başlandı. Bugün Gazze’nin yıkılması gibi…

Ve günümüzü anlatan bir gerçeklik; Endülüs düşerken son sultan Ebu Abdullah'ın annesi Ayşe Sultan'ın dilinden döküldü bu cümleler: "Ağla oğlum ağla... Erkekler gibi savaşmadın şimdi otur kadınlar gibi ağla..."
Gazze’de direniş, erkekler gibi savaşıyor. Evlatlarıyla, torunlarıyla imtihan edilirken savaşıyor. Uzaktan ağlaşanlara rağmen….

Soru şu Gazze düşersen Kudüs medeniyeti ne olur… Ya da tarih Gazze'de tekerrür mü edecek yoksa baştan mı yazılacak? 

‘’Uzaklardan seni düşünürüm ey Kudüs
Endülüs’ün sessiz minarelerinden
Yürüyorum sessiz adımlarla sana
Bir yanımda Ayasofya bir yanım Aksa
Bir Selahattin kuşatması sarar beni
Şanlı fetih zamanlarından kalan
Seni düşünürüm seni Kudüs
Miraçta en sevgili ile kalan zamanlardan’’

12 Nisan 2024
Orta Doğu'nun iki uslanmazı: İsrail ve İran arasındaki gerilimden kimler ne kazanıyor?

Bu aralar yatıyoruz, kalkıyoruz; İsrail ve İran'ın atışmalarına tanık oluyoruz. Orta Doğu'da uzun süredir devam eden gerilimlerin odak noktası haline gelen İsrail ve İran arasındaki çatışmalar, sadece bölgenin siyasi dengelerini etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda her iki ülkenin iç ve dış politikalarında güçlenmeyi amaçlayan bir dinamizm sağlıyor.

Bu çatışmalar, sadece askeri alanda değil, ekonomik ve stratejik olarak da önemli sonuçlara yol açıyor.

Özellikle bu iki ülkenin çatışması çok farklı amaçlar barındırıyor!

İçinde ekonomik ve siyasi beklentilerin çok olduğu bir çatışma. Bu köşe yazımda bu iki ülke için ayrı birer analiz yapmak istedim. İki ülkenin çok da masum sayılmayacak amaçlar güttüğünü görüyorum.

Önce İsrail'den başlayalım: Bu işten kazancı ne?

İsrail, tüm Filistin topraklarını işgal etmek dışında bir de İran'ın bölgedeki nüfuzunu sınırlamak için bir dizi strateji izliyor. Bu stratejilerin başında, İran destekli gruplara karşı askeri operasyonlar ve bölgesel müttefiklerle iş birliği geliyor.

Bu çatışmalar, İsrail'in askeri güvenliğini sağlamak adına, hükümetin de iç siyasette güçlenmesine katkı sağlıyor. Netanyahu hükümeti, İran'ı bir tehdit olarak göstererek muhalefeti ve eleştirileri baskılamayı belli oranda başarıyor.

Fakat son zamanlarda çok fazla da eleştiriliyorlardı. Bu eleştiriler İran gerilimi ile azalmaya başladı. Yani İsrail hükümeti bu gerilimden sürekli kârlı çıkıyor.

Ayrıca İran tehdidi kullanılarak, hükümet Batılı ülkelerle ilişkilerde diplomatik destek bulma fırsatları da yakalıyor.

Ekonomik olarak ise silah ve savunma sanayiindeki güçlü konumu, bölgedeki gerilimlerden kazanç elde etmesini sağlıyor.

Peki İran'ın bu çatışmalardan kazancı ne?

İran, bölgedeki çatışmaları kendi lehine kullanarak hem içeride hem de dışarıda güçlenmeyi hedefliyor. İsrail'e karşı bölgesel müttefiklerle iş birliği yaparak, bölgede etkin bir aktör olarak konumunu pekiştiriyor.

Ayrıca, İran'ın yönetimine de, bölgesel güç olarak algılanmalarının verdiği güçle, iç muhalefeti bastırma imkanı doğuyor.

Ekonomik olarak ise gerilimin artması, İran'ın bölgedeki enerji kaynakları üzerindeki etkisini artırmasını, buna bağlı olarak da ekonomisini güçlendirmesini sağlıyor.

Gerilimin petrol ve doğal gaz fiyatlarını "her zaman" artırdığı söylemek mümkün.

Sonuç olarak, İsrail ve İran arasındaki gerilim, sadece bölgesel denklemleri değil, küresel siyaseti de etkileyen önemli bir faktör haline gelmiş durumda. Her iki ülke de bu gerilimden çıkar sağlamaya çalışırken, bölgedeki istikrarsızlık ve çatışma ortamının sürmesi, uluslararası toplum için de ciddi tehdit oluşturuyor; özellikle de Türkiye için.

Bu nedenle Türkiye'nin, içerisine uluslararası toplumu da dahil ederek, bu çatışmaları çözme ve bölgede barışı tesis etme yönünde daha aktif rol üstlenmesi gerekiyor.

Ayrıca Filistin konusuna Türkiye'nin duyarlılığını kaybetmemesi çok önemli!

Haftaya görüşmek dileğiyle...

22 Nisan 2024
İsmail Kartal neden gergin?

Rakibiniz ile başa baş gidiyorsunuz. Her maçınızı kazanıyorsunuz.

Rakibiniz tarihinin en pahalı kadrosunu kurmasına rağmen Avrupa’dan elenmiş, siz devam ediyorsunuz.

Ama sürekli rakibinizin teknik direktörü övülürken, siz haksız eleştirilere uğruyorsunuz. Hak ettiğiniz övgüleri alamıyorsunuz. 25 tane yüksek kaliteli oyuncudan kurduğunuz takım, "O kadro ile herkes bunları başarır" sığlığı ile yeriliyor.

Siz, deplasmanda üst üste kazanma rekoru kırıyorsunuz, kimse konuşmuyor.

Siz, gol rekoru kırıyorsunuz, kimse konuşmuyor.

Siz, hakem skandalları ile karşılaşmanıza rağmen hiç başarınızdan taviz vermiyorsunuz, kimse konuşmuyor.

Sizin arkanızda medya yok, kulisiniz yok.

Adınız İsmail Kartal!

Ekrana çıkan kibirli adamlar sizi sürekli küçümsüyor. Yaptıklarınızı değil, yapmadıklarınızı anlatıyor…

Siz, kötü giden bir devrenin ardından maçı çevirdiğinizde, "ilk devreyi çöpe atan adam" oluyorsunuz.

Rakibinizin hocası, kötü giden ilk devre sonunda maçı kazanınca, "ikinci devre sihirli dokunuşları ile maçı çeviren adam" oluyor…

Siz, Batshuayi gibi bir karakteri yedekliğe ikna ediyorsunuz; siz, Bonucci gibi bir yıldızı yardımcınız gibi davranmaya ikna ediyorsunuz, siz türlü haksızlıklara karşı takımı birlikte olmaya ikna ediyorsunuz ama siz, “Ya hu bu İsmail Kartal, niye bu kadar gergin?” diye eleştiriliyorsunuz.

Evet, İsmail Kartal gergin.

Çünkü İsmail Kartal ayrımcılığa uğruyor. Youtube’un kibirli ve dolgun maaşlı yorumcuları ona hakkını vermiyor. Tribüne gelen taraftar ona destek oluyor ama sosyal medyada kaloriferci İsmail diye aşağılanıyor.

Bir kanalda maç yayını sırasında; ki Fenerbahçe mağlupken, aşağılamak için görüntü İsmail Kartal’a geldiğinde kalorifer firması reklamı konuluyor.

Sizin oğlunuz Trabzon’da tartaklanınca "Akreditasyonu yok" yalanı ile olayı yumuşatıyorlar, rakip takımın teknik direktörünün oğluna sosyal medyada biri hoş olmayan bir şey söyledi diye ülkede neredeyse seferberlik ilan ediliyor.

Evet İsmail Kartal gergin… İsmail Kartal’ın arkasında bir cemaat, bir medya, bir sosyal medya yok. Trolleri yok. Kendisi için sosyal medyada editler yapılmıyor. İsmail Kartal şov yapmayı beceremiyor. Sosyal medyasından özlü sözler yazmıyor. Biliyor ki ilk puan kaybında, bütün sezon başardıkları yok sayılacak. Aşağılanacak, hakarete uğrayacak.

Ne hakem hataları hatırlanacak ne Mehmet Büyükekşi’nin yaptıkları hatırlanacak ne de Fenerbahçe’nin bütün sezon yaptıkları hatırlanacak. Tek konuşulacak konu, İsmail Kartal olacak.

Bir insanın hata yapmama şansı yoktur. Ama İsmail Kartal’ın hata yapması demek çarmıha gerilmesi anlamına geliyor.

Sonra diyorlar ki İsmail Kartal gergin… Sonra diyorlar ki İsmail Kartal kendisini neden anlatma gereği duyuyor.

Sizin yüzünüzden beyler, sizin yüzünüzden!

Siz, İsmail Kartal’ı bu hale getirdiniz.

17 Nisan 2024
Kiracının kirayı eksik zam ile ödemesi

Türk Borçlar Kanunu madde 344’de yer alan “Tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamalara göre değişim oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır.” Hükmü ile kira sözleşmelerinde her kira döneminde uygulanacak kira artış oranı tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalama olarak belirlenmiştir. Kiraya veren ve kiracı arasında tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamasının altına bir kira artış oranı belirlenebilecek ise de üstünde bir kira artış oranı belirlenemeyecektir.

KİRACI İLE KİRAYA VEREN ARASINDA YASAL KİRA ARTIŞ ORANINDAN DAHA FAZLA BİR ORAN BELİRLENMİŞ İ

SE

Belirlenen bu oran kanunen geçersiz olacağından kiracı kiraya verene yenilenen kira döneminde yasal oranına göre belirlenmiş yeni kira bedelini ödemekten sorumlu olacaktır. Yani kiracı yasal oranı aşan miktarda belirlenecek olan yeni kira bedelini ödemek ile sorumlu olmayacak yasal kira artış oranında belirlenmiş yeni kira bedelini kiraya verene ödemekle kira borcundan kurtulacaktır. Kiraya veren ise kendisine eksik kira ödendiğinden bahisle kiracıya karşı icra takibi yapamayacağı gibi kiracının tahliyesini de talep edemeyecek ve kiracıya yasal oranı geçen oranda yeni kira bedelini ödemesi gerektiği hususunda da baskı yapamayacaktır. Zira yasal kira artış oranını geçecek şekilde belirlenmiş olan kira artış oranı geçersiz bir kira artış oranı olacağı için kiracıyı bu oran bağlayacaktır.

TARAFLAR ARASINDA YASAL KİRA ARTIŞ ORANINDAN DAHA DÜŞÜK BİR KİRA ARTIŞ ORANI BELİRLENMİŞ İSE

Bu durumda daha düşük belirlenen kira artış oranı geçerli olacak ve bu durumda da kiraya veren yeni kira döneminde kiracıdan yasal kira artış oranında artış yaparak yeni kira döneminde kira ödemesi yapmasını talep edemeyecektir. Kiracı daha düşük oranda belirlenmiş olan kira bedelini kiraya verene ödemekle kira borcundan kurtulacaktır. Kira sözleşmesinde yasal kira artış oranından daha düşük oranda bir kira bedeli belirlenmiş ise bu bedel her iki taraf için de geçerli olacak ve kiracı bu bedel üzerinden belirlenmiş olan kirayı ödemekle kira borcundan kurtulacaktır. Kiraya veren ise kiranın eksik ödendiği yönünde bir itirazda bulunamayacaktır.

Somut uyuşmazlıklarda ise taraflar arasın da yasal kira artış oranının yanlış tespit edilmiş olduğu, kiraya verenin yasal oranı kontrol etmediği, yasal kira oranı ile yeni kira döneminde kiranın eksik hesaplanmış olduğu gibi durumlar ile karşılaşabilmekteyiz. Böyle bir durum ile karşılaştığımızda kiraya verenin geçmişe dönük olarak kiraya verenin kiracıdan geçmişe dönük kira alacak farklarını talep edip edemeyeceği sorusu gündeme gelecektir. 

YASAL KİRA ARTIŞANA GÖRE EKSİK KİRA ÖDEYEN KİRACIDAN KİRAYA VEREN GEÇMİŞE DÖNÜK OLARAK EKSİK ÖDENEN KİRA ARTIŞ FARKLARINI İSTEME HAKKINA SAHİPTİR

Yargıtay önceki kira yıllarında eksik kira artış oranları ile hesaplanarak kiraya verene eksik olarak ödenmiş olan kira alacaklarının kiraya veren tarafından geçmişe dönük 5 yıl süreyle sınırlı olarak kiracıdan talep edilebileceğini kararlarında açıkça belirtmiştir.

KİRACININ KİRA BORCUNU KİRA SÖZLEŞMESİNE UYGUN OLARAK YASAL KİRA ARTIŞ ORANI İLE ÖDEMEMESİ TAHLİYE SEBEBİDİR

Kiracı kira borcunu kira sözleşmesine uygun olarak yasal kira artış oranı ile arttırarak yeni kira döneminde ödememiş ise kiraya veren eksik ödenen kira alacaklarını ödemesi için kiracıdan talep edebilecektir. Kiraya verenin kiracıdan, eksik kira borcunu ödemesi için yazılı talebine rağmen 30 gün içerisinde kira borcunu ödemeyen kiracının artık kiralanandan tahliyesi talep edilebilecektir. Bu 30 günlük süre içerisinde kira borcunu ödemeyen kiracı daha sonrasında açılan tahliye davasında 30 gün içerisinde ödeme yaptığını ispat edemez ise tahliyeden kurtulamayacaktır. Kiracının aslı yükümü kira borcunu eksiksiz ödemek olup kiraya veren ile arasında ihtilaf çıkmasını istemeyen kiracı kira borcunu her zaman düzenli ve tam ödemek zorundadır. 

KİRA BORCUNU EKSİK ÖDEYEN KİRACIYA EKSİK KİRA BORCUNU ÖDEMESİ İÇİN VERİLEN 30 GÜNLÜK SÜRE İÇERİSİNDE KİRA BORCU ÖDENMEZ İSE ARTIK KİRACI ALEYHİNDE TAHLİYE KARARI VERİLMESİNİ ENGELLEYEMEYECEKTİR

Kiracı kira borcunu eksik ödemiş ise mal sahibi eksik ödenen kira borcu sebebiyle kiracısının derhal tahliyesini isteyemeyecektir. Kanunen kiraya verenin kiracısına ihtarda bulunarak eksik kira borcunu ödemesi için 30 günlük süre vermesi gerekmektedir. Kiracı ise bu 30 günlük sürede eksik kira borcunu tamamlamaz ise artık tahliye kaçınılmaz hale gelecektir. Kiracı için bu 30 günlük süre çok önemli olup kira borcunu yasal kira artış oranında arttırarak yeni kira döneminde ödememiş olan kiracı, kiraya veren tarafından kendisine verilen 30 günlük süre içerisinde bu eksikliği mutlaka tamamlamalıdır. Aksi halde tahliye eden kurtulamayacaktır.

21 Mart 2024
Mecburi istikamet

Dünyaca ünlü A kalite hoca dediğimiz, geldiğinde takıma mutlak pozitif katkı sağlayacağına inandığımız Portekizli Teknik Adam Fernando Santos ile Samsunspor maçı sonrası beklenen an geldi ve yollar ayrıldı. Aslında daha önceden bu birlikteliğin yürümeyeceği, Beşiktaş ruhu ile dokusunun uyuşmadığı çok belliydi. Hocayı ne taraftar ne de oyuncular benimseyebildi. Bir türlü takımı toparlayamadı hatta daha da geriye götürdü. Ona da tazminatını alıp, gitmek düştü.
 
Sezon sonuna kadar Serdar Topraktepe kararı çıktı. Serdar Topraktepe’nin bu sezon 3 maçlık Beşiktaş macerası vardı. Bu süreçte korkmadan Semih Kılıçsoy’a şans vermişti, 2 galibiyet çıkartmayı başarmıştı. Şimdi omzuna çok daha ağır bir yük yüklendi. Hem çökmüş takımı ayağa kaldıracak, hem de mecbur olduğumuz Türkiye Kupası’nı kazandıracak!
 
Peki Serdar Hoca bunu başarabilir mi ve nasıl? Her şeyden önce Serdar Hoca gençlere önem veren ve Santos’un aksine oyuncuları kendi mevkisinde oynatan bir hoca. Takıma gerekli özgüveni aşıladığı takdirde, her ne kadar kadro kalitemiz tartışılsa bile Mert Günok, Semih Kılıçsoy, Milot Rashica, Muci, Al Musrati, Gedson Fernandes gibi kaliteli oyunculara sahip Beşiktaş’ın, yarı finalde Ankaragücü’nü elemesi çok zor olmasa gerek. Yeter ki Beşiktaş ruhu geri gelsin.
 
Ayrıca Beşiktaş yönetimi, sezon sonu için yoğun bir şekilde önümüzdeki sezonun teknik adamını ve gelecek gidecek oyuncuları, transferleri için yoğun mesai harcıyorlar. Burada en önemli unsur elbette transferler kadar teknik adam seçimi olacaktır. Önümüzdeki sene seçimin olduğunu da göz önünde bulunduracak olursak, esas soru kısa vadede başarılı olacak kişi yerli teknik adam mı, yoksa yabancı mı? 
 
Beşiktaş’ı son zamanlarda çalıştıran yabancı teknik adamlar bariz şekilde başarısız oldular. Elbette tercih edilen isimler bu yönde çok önemli. Farke boşta iken 500 bin euro daha az maaş alıyor diye Valerian Ismael tercihi,  sezon ortasında birçok kişiye tekliften sonra belki de 4. veya 5. tercih olan uzun süredir kulüp takımı çalıştırmamış ama özgeçmişi güçlü olan Fernando Santos tercihleri başarısızlıkta etkili oldu . Bu koşullarda yeniden yabancı teknik adam tercihi olursa bu ismin mutlak herkes tarafında saygı duyulan bir isim olması gerekir. Aksi durumda 3 yıldır sezon başı havlu atan Beşiktaş, seneye de başarısız olursa seçimleri de direkt etkiler. Sanırım Sayın Başkan Hasan Arat bu durumun farkında ve vereceği karar çok kritik.
 
Beşiktaş’ın bu koşullarla önümüzdeki sezon Avrupa’da yer alması için her kapı Türkiye Kupası’na çıkıyor. Tüm camia şu anda buna konsantre olmuş durumda. Bu güç ve kudret Beşiktaş’ta mevcut.

20 Nisan 2024
"Fırsatçılara boykot" sorunu çözer mi?

Boykot; onlarca yıldır, zaman zaman çeşitli sebeplerle, bazı olaylara tepki göstermek ve sorun çıkartanları dize getirmek için gündeme gelen bir protesto türü. 

Son olarak, aylardır Gazze’de yaşananlara tepki göstermek için Türkiye’nin de konuşup, tartıştığı bir gündem maddesi haline gelmişti, boykot. 

Daha önceki yıllarda olduğu gibi işe yarar mı, yaramaz mı endişesinin ya da boşvermişliğinin ortadan kalktığı, boykot edilen şirketlerin ciddi anlamda zarar gördüğü yöntem, bu kez rüştünü ispatlayan bir protesto biçimi halini aldı. 

Hatta son dönemde Filistin’e destek boykotunu küçümseyen kesimlerin dahi bilinçaltına bu güçlü etki işlemiş olacak ki; bu kez fiyatlarını günden güne fahiş bir biçimde artıran lokanta, kafe ve restoranlara toplumun her kesiminden gelen tepkiler organize bir boykota dönüştü. 

Aslında bu sorun uzun zamandır enflasyonun coşmaya başladığı günlerden itibaren konuşuluyordu.

Özellikle marketlerde satılan gıda ürünleri, sebze ve meyvelerdeki anormal artışlar döneminde fiyatların fahiş olarak artması fırsatçıların konuşulmasına ve tartışılmasına neden olmuştu. 

Fırsatçıların tartışıldığı bu dönemde toplumun bir kesimi bu fahiş fiyat artışlarının sebebi olarak sadece patlayan enflasyonu, asgari ücretlerdeki artışı, kiraların yükselişini, akaryakıt fiyatlarının zamlanmasını göstermiş ve bu fırsatçılar tam anlamıyla üzerine gidilemeden gündemden düşmüştü. 

Son dönemde ise enflasyonun nispeten dizginlenmesi, dolardaki yükselişin hızının düşürülmesi ile birlikte anlaşıldı ki, özellikle bazı restoran, kafe ve lokantalar inanılmaz artışlar yapmaya devam ediyorlardı. 

Ve yine anlaşıldı ki; bazı namuslu esnafı hariç tutacak olursak, bu sektörde vatandaş göz göre göre her geçen gün soyulup, soğana çevriliyordu. 

Öyle ki hükümeti enflasyon ve pahalılık nedeniyle uzun zamandır eleştiren vatandaşlar da dahil; ortak özellikleri dışarıda yemek yemeye devam etmek olan kişilerin neredeyse tamamı artık isyan noktasına geldiler ve bu fırsatçıları sosyal medya üzerinden hedef almaya başladılar. 

Ve sonunda geride bıraktığımız Cumartesi ve Pazar günü ile birlikte ilk somut adım atılmış oldu. 

Ekonomist İris Cibre’nin X hesabından gösterdiği “Yeter Artık! Boykot edelim bu fırsatçıları” anlamına gelecek çağrısı hızla yayıldı, yankı buldu, Armağan Çağlayan da dahil olmak üzere pek çok ünlü isim de destek verdi ve boykot bu hafta sonuna özel olarak 2 günle sınırlı olmak üzere başladı.

Ama şimdi tartışma; bu boykot, ilgili meslek odalarının atacağı adımlar başta olmak üzere, Ticaret Bakanlığı, Tüketici Dernekleri gibi STK’ların da artacak baskısı, denetlemeleri ve düzenlemeleriyle fırsatçılar kendilerine çeki düzen verene kadar sürmeli mi sürmemeli mi tartışması haline geldi.

Benim fikrimi soracak olursanız sürmeli.

Başta da dediğim gibi en azından Türkiye’de boykot, rüştünü ispatlamış ve sonuç getiren, problemlerin çözümünü hızlandırabilen bir protesto biçimi haline gelmiştir.

Ve yine bence, bu fırsatçılara ders vererek tekrar onları doğru yola sokacaktır. 

Tabii aynı zamanda bu boykotun etkili olması için zamana da ihtiyaç vardır. 

Turist sezonunun açılmasıyla birlikte restoran, kafe ve lokantalar, özellikle turistik ilçe ve semtlerde bulunanlar boykota karşı direniş gösterip, fırsatçılıklarına devam etmek için gereken gücü bulacaklardır. 

Boykotta dikkat edilmesi gereken nokta, fırsatçılığı yapan ve yapmayan esnafın iyi ayırt edilmesi, işini namusuyla yapanların cezalandırılmaması, aksine onlara olan talebin artırılarak desteklenmesidir. 

Fırsatçılar boykotla ve artık gitmeyerek cezalandırılırken, vatandaşı dolandırmayanlar da bu mekanlara yönelerek ödüllendirilmelidir.

Kimin fırsatçı kimin namuslu esnaf olduğunu ise müşterisi bilir.

Aylık yıllık yapılan zamlar enflasyonun ve doların çok üstünde anormal artışlar ise bilin ki orası fırsatçıdır. 

Ayrıca sosyal medyadan yapılan fahiş fiş paylaşımlarıyla fırsatçıların deşifre edilmesi de etkili yöntemlerden biri olarak gözüküyor. 

Sonuç olarak; bu tip fırsatçılarla mücadelede vatandaş da elini taşın altına koyar ve birlikte hareket ederse, zamanla bu sorunun da üstesinden gelinecek gibi gözüküyor.

22 Nisan 2024
Erdoğan’ın bayramda aldığı iki bomba karar!

Merhaba değerli okuyucum. Öncelikle Ramazan Bayramınızı kutluyorum. 

31 Mart seçimlerinin üzerinden henüz iki hafta bile geçmedi, ama sonuçları itibarıyla bazı partilerde beklenen revizyonlar için ilk adımlar atılmaya başlandı. Yerel seçimlerden ciddi bir yara alarak çıkan İYİ Parti’de, olağanüstü kongre kararı alındı. Meral Akşener’in de genel başkanlığa aday olmayacağı açıklandı. Türk siyaset tarihinde yeni bir sayfanın açılcağı bu karar konuşulurken, dün gece bomba bir kulis bilgisi aldım.

Evet Önümüzdeki günlerde siyaset sahnesinde bizleri yeni bir sayfa bekliyor…

Kulisimi köşemde sizinle paylaşmak için bugün de gün boyu bilgiyi teyid için uğraştım. Ve artık gönül rahatlığıyla sizinle paylaşabilirim.

Cumhurbaşkanı Erdoğan,  31 Mart yerel seçimlerinde alınan kötü sonuç sonrası harekete geçme kararı aldı. 

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN BAYRAMDA ÇALIŞTI

AK Parti kaynaklarından edindiğim bilgiye göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, bayramda parti ile ilgili önemli konuları çalıştı ve kararını verdi. Erdoğan, önümüzdeki günlerde AK Parti’yi olağanüstü kurultaya götürecek. Evet Mayıs ayının sonuna doğru AK Parti’de olağanüstü kurultay yapılması bekleniyor. Kurultayda ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek başına aday olması bekleniyor. Kurultay kararı ile yeniden parti genel başkanı seçilmesi beklenen Erdoğan, bir nevi güvenoyu almayı hedefliyor. 

KABİNEDE REVİZYON

Kaynağımdan aldığım bir diğer kulis bilgisi ise kabinede ciddi değişiklikler olacağı yönünde. Geçtiğimiz günlerde basına da benzer iddiaların yansıdığını, hatta isimlerin bile zikredildiğini görmüştük. Bu konuda isim vermeden şunu söyleyebilirim ki; kabinede de değişikliğe gidileceği kesinleşmiş görünüyor. Kabinedeki değişiklikler de partideki olağanüstü kurultaydan hemen sonra gelebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu hamleleri ile hem partide yenilenme mesajı verecek hem de seçmene, 31 Mart seçimlerinde kendisine verilen mesajın alındığının geri bildirimini yapmış olacak.

İKİ HAMLE İLE ERKEN SEÇİM BEKLENTİLERİNİ SÖNDÜRECEK

31 Mart seçimleri sonrası AK Parti’de alınan beklenmedik sonuç sonrası, bir yandan da muhalefetin erken seçim çağrısında bulunabileceği konuşuluyordu. Bence Cumhurbaşkanı Erdoğan, yine bir taşla iki kuş vuracak. Partisini olağanüstü kongreye götürerek yeniden genel başkan seçilecek olan Erdoğan, kabinede yapacağı revizyon ile de muhalefete erken seçim kapılarını da tamamen kapatmış olacak. 

Kalın sağlıcakla…

 

12 Nisan 2024
Adana’da erken final

Ligin bitimine son 5 hafta kala lider girdiği 15 sezonda da şampiyonluk yaşayan Galatasaray, dün gece Fenerbahçe’nin Sivas’a takılmasıyla puan farkını 4 yaparak şampiyonluğa bir adım daha yaklaştı.

Adana Demirspor mücadelesine tam konsantre olan sarı-kırmızılılar, galip gelmesi halinde maç fazlasıyla puan farkını 7’ye çıkararak psikolojik üstünlüğün kimde olduğu bir kez daha gözler önüne serecek. Yani Galatasaray, Adana’da erken final yaparak kupanın bir kulpundan tutmuş olacak.

Şuna da değinmeden geçemeyeceğim; averaj hesaplaması yapanlar kendini boşa yordu. Çünkü Galatasaray bitime 5 hafta kala puan farkını açmış oldu. Kimilerine göre ise Fenerbahçe 5 maçı kazanırsa şampiyon. Sözün bittiği yer işte burası. Matematik diyorum, çok önemli bir şey…

Kaybedenler kulübü

Geçtiğimiz sezon evindeki Fenerbahçe derbisine şampiyon çıkan ve rahat bir galibiyet alan Galatasaray, bu sezon da benzer bir senaryoya imza atabilir. Fenerbahçe ise kayıtlara bir kez daha "kaybedenler kulübü" olarak geçebilir.

Tabii ki her şey Galatasaray’ın puan kaybetmemesine bağlı. Sarı-kırmızılı takımın en büyük özelliği finallerin takımı olması. Son düzlükte kolay kolay şampiyonluk vermediğini hepimiz biliyoruz.

Kadıköy gerilebilir!

Sivas’a deplasmanda puan kaybeden Fenerbahçe, önümüzdeki hafta evinde Beşiktaş’ı ağırlayacak. Açılan puan farkından dolayı Fenerbahçe sahaya moralsiz çıkabilir. Bu senaryo gerçekleşirse Beşiktaş için kolay bir mücadele olacaktır.

Son olarak dün geceki penaltıya da değinmek istiyorum. Djiku’nun, geriden gelerek Manaj’a müdahalede bulunduğu için penaltı verildi. Livakovic’in müdahalesine bakılmadı bile.

Fenerbahçe’nin bu sezon, Alanya, Kasımpaşa ve Pendik mücadelelerinde kazandığı penaltıları da hatırlatmakta fayda VAR. Kaldı ki Sivasspor’a verilen penaltı net penaltı.

Yani oyna devam…

23 Nisan 2024
"Turizm Yüzyılı"

Bu yıl ülkemizde turizm açısından güzel şeyler oluyor. Benim turizme bakışım bildiğiniz üzere tamamen gastronomi üzerinden. Siz ne düşünüyorsunuz bilmem ama artık ülkemizde Gastronomi Turizmi bilincinin giderek yaygınlaştığını düşünüyorum. Turizmin gastronomiyle ilgili tarafını başka bir yazıya havale edip bu hafta turizm ile gelişmeleri size aktarmak istiyorum. Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) tarafından ülke turizmine katkı sağlamak amacıyla başlatılmış bir “Turizm Yüzyılı” projesi var. Bu projeyi çok değerli buluyorum. 15-22 Nisan tarihleri arası da turizm farkındalığının toplumda yaygınlaşması için “Turizm Haftası” olarak kutlandı.

Turizm Yüzyılı iftarı

Turizm Yüzyılı projesi kapsamında düzenlenen bir dizi etkinliklerden biri de Ramazan ayındaki iftarlardı. TÜRSAB, Ramazan ayının manevi atmosferinde üyeleriyle bir araya gelmek, birlik ve beraberliği güçlendirmek amacıyla başlattığı “Turizm Yüzyılı İftarları” nın ilk buluşmasını İstanbul’da Demokrasi ve Özgürlükler adasında gerçekleştirdi. Adadaki iftara bende katıldım. Rahmetli Adnan Menderes‘in ve 3 arkadaşının yargılandığı Yassıada şimdiki adıyla Demokrasi ve Özgürlükler Adası, müze haline getirilmiş, bu vesileyle gezme imkanı elde ettim. Demokrasi şehitlerimizin yargılandığı yerleri görmek beni epeyce duygulandırdı. Ayrıca bir ada, turizm açısından bu kadar mı muhteşem yapılır. Burayı kesinlikle gidip görmelisiniz diye düşünüyorum.

İftar organizasyonuna, yönetim kurulu üyeleri, bölge temsil kurulu başkanları, ihtisas başkanları, İstanbul’da faaliyet gösteren seyahat acentesi temsilcileri ve çok sayıda basın mensubu katıldı. İftarda lezzetlerini tattığımız Katre Island Hotel, kurumsal iletişimine bakan Enes Boyacı Bey’e ve Albayrak grubuna çok teşekkür ederim.

Turizm Buluşması

Turizm Haftası kapsamında da Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleşen "Turizm Buluşması’nda 1500’ü aşkın öğrencinin olması çok umut vericiydi. Benim de katıldığım etkinlikte TÜRSAB Başkanı Firuz Bağlıkaya, İstanbul Vali Yardımcısı Mehmet Sülün, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Doç. Dr. Murat Mücahit Yentür ve Prof. Dr. İlber Ortaylı gibi çok değerli isimler konuşmalarıyla katkı sundular.

Turizmin Türkiye’nin geleceğinde en önemli rolü oynayacak bir sektör olduğuna dikkat çeken Firuz Bağlıkaya, “100 milyon yabancı ziyaretçi sayısını hedeflerken en büyük güvencemizi turizm alanında eğitim alan gençlerimiz oluşturuyor. Kariyer planlaması yapan tüm gençlerin turizmdeki bu büyümeye büyük katkı sağlayacağına inanıyorum. Kendisi mutlu olmayan birinin başkasını mutlu etmesi pek mümkün değildir. Turizmciler; patronundan çalışanına kadar tüm aktörleri ile mutluysa misafirleri de mutlu olacaktır.” şeklinde konuştu.  

İlber Ortaylı da öğrencilere  “Sektörde çok akıcı yabancı dil konuşmak önemli. Aksi taktirde tarih, coğrafya anlatılmaz. Elinizde bir imkan olduğu vakit lisan öğrenmek için yurt dışına çıkmanızı öneririm. Daha çok turist değil, daha nitelikli ve daha fazla harcayan turist istiyoruz” dedi.  

İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Doç. Dr. Murat Mücahit Yentür ise “Bilgiyle ekilen tohumlar ancak yeşerecektir. Türkiye gibi binlerce medeniyete ev sahipliği yapmış bir coğrafyaya sahibiz. Dünyada çok önemli bir konumda yer almamız çok kıymetli ve değerli. Gençlere çok inanıyor ve güveniyoruz” dedi.

Toplantıdan önemli başlıklar…

“Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında ülkemiz için en önemli gelişim alanının turizm olması bekleniyor”

“Gastronomi, kültür, yayla ve sağlık turizmi gibi rekabette üstün olduğumuzu bildiğimiz alanlara daha fazla ağırlık vermek zorundayız”

“Turizm istihdamı en az ikiye katlanacak”

“Türkiye, çok da uzak olmayan bir gelecekte 100 milyon ziyaretçi sayısına ulaşacak”

“Öğrenciler, önünüzde aşılacak çok yol ve kazanılacak büyük başarılar mevcut. Sizlere güveniyoruz”

Turizm Yüzyılı Projesinin Amaçları:

  • Turizm Sezonunu 12 Aya Yaymak: Tüm yıl boyunca turist çekmeyi amaçlamak.
  • Turizm Gelirlerini Artırmak: Yüksek gelir grubundan turistlerin ilgisini çekerek daha fazla döviz girdisi sağlamak. 
  • Tüm Bölgelere Katkı Sağlamak: Türkiye'nin tüm bölgelerine turist çekerek bölgesel kalkınmaya katkıda bulunmak.
  • Yeni Turizm Ürünleri Geliştirmek: Gastronomi, sağlık ve kültür turizmi gibi farklı alanlarda da yeni ürünler geliştirmek. 
  • Sürdürülebilir Turizmi Teşvik Etmek: Çevreye ve kültürel mirasa duyarlı bir turizm anlayışı geliştirmek.

Projenin Kapsamı:

  • Proje kapsamında Türkiye'nin her bölgesi için ayrı ayrı tanıtım faaliyetleri yürütülmesi.
  • Yeni turizm tesisleri ve altyapılarının geliştirilmesi için çalışmalar yapılması.
  • Turizm sektöründe çalışan personelin eğitilmesi ve kapasitelerinin geliştirilmesi.
  • Türkiye'nin turizm potansiyelini tanıtmak için dijital pazarlama araçlarının kullanılması. 

Özetle, Turizm Yüzyıl’ının Türkiye turizmi için önemli bir dönüm noktası olması ve ülkeyi uluslararası turizmde önemli bir yere taşıması bekleniyor.

22 Nisan 2024
Merkez Bankaları Diken Üstünde 

Pandemi sonrası enflasyonla mücadelede önemli bir savaş veren dünya merkez bankaları, yükselttikleri faizlerle birlikte önemli bir yol kat etti.

Hatta öyle ki bu yılın başından itibaren Amerikan Merkez Bankasının faiz indirimlerine başlayabileceğini bile konuşmaya başladık. Hatırlayacaksınız banka ilk olarak yıl içinde 6 indirim yapabileceği öngörüsünü paylaştı. Sonra bu sayı 2.5 puanlık 3 indirimle yıl sonunda 7.5 puan olarak konuşuldu. 3 indirim 2'ye hatta şimdilerde bu yıl hiç indirim yapılmayacağına kadar geldi. ve hatta bir faiz artışı da gelirse hiç şaşırmamak lazım.

Peki ne oldu da başta FED olmak üzere Merkez Bankaları faiz indirimlerini rafa kaldırdı?

Hemen söyleyelim en büyük neden bir türlü durulmayan sular. Ukrayna - Rusya savaşı ile başlayan kaos, İsrail - Hamas çatışmalarıyla devam etti. Üstüne bir de İran - İsrail çatışmaları eklenince piyasalar diken üstünde oturmak bir yana alev aldı. Her an sıcak çatışmaya dönebilecek ABD-Çin hattını düşünmek bile istemiyorum açıkçası.

Bu sabaha gelince; İsrail'in İran'a gerçekleştirdiği misilleme sonrası altının onsunda rekor yaşandı, diğer taraftan birkaç gündür gerileyen petrol fiyatları tekrar yükselişe geçti. Haliyle Enerji ve diğer maliyetlerin yükselttiği enflasyon yapışkan hale geleceğinin de sinyallerini vermeye başladı. Yani ABD'nin hedeflediği yüzde 2'lik enflasyon şimdilik hayal.

Bizde de durum pek farklı değil.

Yüksek seyreden enflasyon nedeniyle sıkı para politikasının devam edeceği sık sık söyleniyor. O yüzden TCMB'nin 25 Nisan'da yapacağı toplantı oldukça kritik. Bakalım kararını pas geçmekten yana mı yoksa artışa gitmekten yana mı kullanacak? Takip ediyor olacağız.

19 Nisan 2024